NESLİHAN PELVAN
Tüm canlıların ortak yaşam alanı çevreyi oluşturur. Çevre hakkı ise, dayanışma hakları gibi belirli bir topluluk halinde yaşam anlayışını ifade eder ve toplumsal yaşama katılanların tümünün çabalarını birleştirmesiyle gerçekleşebilir. Bu hakkı da içine alan “çevre hukuku”, kamu hukukunun bir dalıdır ve 20. yüzyılda ortaya çıkmıştır.
İnsanlar arasındaki dayanışmayı gerçekleştirmek; ortak değerlerin dayanışma yoluyla korumak ve geliştirmek amacıyla Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) yeni insan hakları oluşturma çabası içine girmiştir. Bu çabalar sonucu; barış hakkı, gelişme hakkı, halkların kendi kaderini belirleme (self-determinasyon) hakkı ve çevre hakkının da içinde bulunduğu “dayanışma hakları” üçüncü kuşak haklar olarak belirlenmiştir. Dayanışma haklarının ilgilendiği meseleleri, “tüm insanlığın yan yana geldiği takdirde çözebileceği” ya da “tek tek insanların veya ülkelerin üstesinden gelemeyeceği sorunlar” oluşturmaktadır. Burada uluslararası örgütler, kurum ve kuruluşlar, anlaşmalar ve sivil toplum örgütleri devreye girmektedir.
Çevrenin korunamaması ve çevre kirliliği problemi, kirliliğin kaynağı olan ülke ile sınırlı kalmamakta, dünya üzerinde var olan diğer devletleri ve insanları da etkilemekte ve ilgilendirmektedir. Bunun doğal sonucu olarak, çevre ile ilgili birtakım devletlerarası düzenlemelerin yapılması zorunluluk haline gelmiştir. Bu amaca yönelik çeşitli devletlerarası çalışmalar ve toplantılar tertip edilmiş, uluslararası sözleşmeler imza altına alınmıştır.
Pek çok uluslararası belgede, “çevre, çevre hakkı ve katılım” ile ilgili hükümler yer almaktadır. Bu husus çevre hakkının katılım boyutuna uluslararası hukukta verilen önemi göstermektedir.
Bu alanda yapılan çalışmalara gelirsek, ilki 1913 yılında yapılan Bern Konferansı’dır. Tabii manzaraların korunması hakkındaki bu konferansı, 1923’te Paris ve Londra’da yapılan konferanslar izlemiştir. Bundan sonra da birçok devletlerarası toplantı tertip edilmiştir. Bu toplantıların ana konusunu daha çok tabiatın, tabii bitki örtüsünün, vahşi hayvanların, kültür varlıklarının korunması oluşturmuştur. 1965 yılında Birleşmiş Milletlerin ihtisas kuruluşlarıyla bağlantılı danışma kurulları kurulmuştur.1970 yılında Tabiatın Korunması Hakkında Avrupa Konferansı tertip edilmiştir. Çevrenin korunması ve çevre kirliliği ile ilgili olarak bütün uluslararası gelişmelerin yanında, Birleşmiş Milletler Teşkilatı içinde de 1971 yılında bazı çalışmalar yapılmaya başlanmıştır.1973 yılında bu çalışmalar “Çevre İçin Birleşmiş Milletler Programı”nı meydana getirmiştir. Bu çalışmalar halen “UNEP” tarafından yürütülmektedir. 1972’de Stockholm’de düzenlenen “Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı”nın sonunda, dünya çevre sorunları ve çevrenin korunması konusunda çok önemli bir bildiri yayınlanmıştır. 21. yüzyılın geniş kapsamlı bir çalışma programı olarak Rio’da kabul edilen Gündem 21’in “Başka Grupların Rollerinin Güçlendirilmesi” başlığı altında; kadınların, çocukların ve gençlerin, yerli halkların, hükümet dışı örgütlerin aktif katılımına ilişkin hükümler yer almaktadır.
Stockholm Konferansı’ndan Rio Konferansı’na uzanan 20 yıllık dönemde, bazı uluslararası belgelerde de katılıma ilişkin maddeler yer almaktadır. Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun Çevre Hukuku Uzmanlar Grubu tarafından kabul edilen “Çevre Koruma ve Sürdürülebilir Kalkınma Hukuku İlkeleri” öneri özetinin “Ön İhbar, İmkân ve Süreç” başlıklı 6. maddesi devletlere bu konuda yükümlülükler getirmiştir.
Uluslararası hukuk alanında yapılanan uluslararası kurum ve kuruluşlarının yanında sivil toplum kuruluşu olan Greenpeace’e de değinmek gerekir. Birkaç kişinin ABD’nin Alaska eyaletinden nükleer denemeleri protesto etmek amacıyla Kanada’ya gitmeleri üzerine Greenpeace’in ilk tohumları atılmıştır. Greenpeace, gezegeni yaşanmaz hâle getiren çevre suçlarına karşı bilimsel verilere dayanan kampanyalar yürütmekte ve şiddet içermeyen doğrudan eylemlerle tanıklık ederek bu suçları basın aracılığıyla gündeme getirmektedir. Greenpeace Türkiye Ofisi 1992 yılında İstanbul’da etkin konuma gelmiştir.
Türkiye’nin Taraf Olduğu Uluslararası Çevre Sözleşmeleri
- Avrupa Peyzaj Sözleşmesi (Floransa Sözleşmesi)
- Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Yaşam Ortamlarını Koruma Sözleşmesi(Bern Sözleşmesi)
- Akdeniz’in Deniz Ortamı ve Kıyı Bölgesinin Korunması Sözleşmesi(Barselona Sözleşmesi)
- Balina Avcılığının Düzenlenmesi Sözleşmesi(Balina Avcılığı Sözleşmesi)
- Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi(Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi)
- Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi(Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Sözleşmesi)
- Denizde Kara kaynaklı Kirliliğin Önlenmesi Sözleşmesi(Paris Sözleşmesi)
- Denizlerin Gemiler Tarafından Kirletilmesinin Önlenmesine Ait Sözleşme(Marpol 73/78)
- Dünya Kültür ve Tabiat Mirasının Korunması Hakkında Sözleşme(Dünya Mirası Sözleşmesi)
- Kalıcı Organik Kirleticilere İlişkin Stockholm Sözleşmesi(Stockholm Sözleşmesi)
- Karadeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi(Bükreş Sözleşmesi)
- Nesli Tehlike Altında Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticareti Sözleşmesi(CITES Sözleşmesi)
- Ozon Tabakasının Korunmasına Dair Sözleşme(Viyana Sözleşmesi)
- Özellikle Afrika’da Ciddi Kuraklık ve/veya Çölleşmeye Maruz Ülkelerde Çölleşmeyle Mücadele İçin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi(Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi)
- Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme(Ramsar Sözleşmesi)
- Petrol Kirliliğinden Doğan Zararın Hukuki Sorumluluğu İle İlgili Uluslararası Sözleşme(Hukuki Sorumluluk Sözleşmesi)
- Petrol Kirliliği Zararlarının Tazmini İçin Bir Fonun Kurulmasıyla İlgili Uluslararası Sözleşme(Fon Sözleşmesi)
- Tehlikeli Atıkların Sınır Ötesi Taşınımının ve Bertarafının Kontrolüne İlişkin Sözleşme(Basel Sözleşmesi)
- Uzun Menzilli Sınır Ötesi Hava Kirliliği Sözleşmesi
Bu denli öneme sahip çevre hakkı, iç hukukumuzda da yerini bulmuştur. Anayasamızın 56. maddesinde; “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşın ödevidir.” denmektedir. Bu maddeden de anlaşılacağı üzere Anayasamız çevre hakkını; devletin ödevi, vatandaşın ödevi ve herkesin hakkı olarak üç açıdan düzenlenmiştir.
Bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamak amacıyla 2872 sayılı Çevre Kanunu 09.08.1983 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kanunun uygulanmasına ilişkin, çeşitli yönetmelik ve tebliğlerle düzenlemeler yapılmıştır.
Çevrenin korunmasına ilişkin düzenlemelere aykırı hareket edenlere karşı Çevre Kanunu’nun 20. ve devamı maddelerinde idari nitelikte cezalar düzenlenmiş, ayrıca 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 181. ve devamı maddelerinde çevreye karşı işlenen suçlara uygulanacak cezalar belirtilmiştir.
Yine 01.05.2003 tarih ve 4856 sayılı Kanun ile çevrenin korunması ve iyileştirilmesi; kırsal ve kentsel alanda arazinin ve doğal kaynakların en uygun ve verimli şekilde kullanılması ve korunması; ülkenin doğal bitki ve hayvan varlığı ile doğal zenginliklerinin korunması, geliştirilmesi ve her türlü çevre kirliliğinin önlenmesi amacı ile Çevre ve Orman Bakanlığı kurulmuştur.
Bakanlık bünyesinde devletlerarası anlaşmalar çerçevesinde Bakanlığı ilgilendiren konularda yürürlükte olan protokollerin uygulanmasında takipçi ve yönlendirici olmak, diğer ülkeler ile ilişkileri düzenlemek, gerekli irtibat ve eşgüdümü sağlamak için “Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği Dairesi Başkanlığı” mevcuttur.
Çevre Kanunu; başta idare, meslek odaları, birlikler ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere herkesi çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi ile görevli kılmıştır.
Anayasamızın 90. maddesi “milletlerarası anlaşmaları uygun bulma” başlığı altında ülkemizin taraf olduğu uluslararası anlaşmaları iç hukuk haline getirmiştir.
Bu gelişmeler ışığında, özellikle çevre ile ilgili davalarda Türk hukuk sisteminde idarî yargıya başvuru koşulları, diğer pek çok ülkeye göre oldukça ileri düzeye gelmiştir. İdare hukukunda Fransız sistemini benimsemiş olan ülkemizde, idarî yargı çevre sorunlarına ilişkin davalarda menfaat ilişkisinin kapsamını geliştirmiş ve dava açma hakkını genişletmiştir.
Ülkemizde çevre sorunlarına ve çevrenin korunmasına ilişkin olarak 5-11 Haziran tarihleri arası Çevre Koruma Haftası olarak kabul edilmiştir.
Eğer bugün, 21. yüzyıl için sürdürülebilirliği sağlama yolunda bir çevre politikası uygulayacak etkin bir uluslararası çevre ve kalkınma örgütü oluşturabilirsek ve bunun finansmanını sağlarsak gelecek nesillere daha yaşanılası bir çevre bırakabiliriz. Yapılan anlaşmaların hukuki yaptırımlarla desteklenerek uygulanabilirliği artırılması da bu yönde olumlu bir çaba olacaktır.
‘’Yarının doğası bugünden yaratılır.‘’ ilkesi ile çevreye duyarlı toplumlar yetiştirilmeli, ülkeler kendi ulusal hukuklarında çevreyi koruyucu daha etkin düzenlemeler yapmalı, uluslararası sözleşmeler de etkin hale getirilmelidir.
KAYNAKÇA
KABOĞLU, İ., Çevre Hakkı, 3. Baskı, İmge Yayınevi, Ankara, 1996.
PALLEMAERTS, M., “Stockholm’den Rio’ya Uluslararası Çevre Hukuku
www.cekud.org.tr/haberx/143-cevre-hakki-kavraminin-tarihsel-gelisimi.html
www.cevreonline.com/hukuk/cevhukuk_tarihce.htm
iibfdergi.cumhuriyet.edu.tr/archive/uluslararas%C4%B1%20%C3%87evre%20hukukunun%20geli%C5%9Fimi%20%C3%9Czerine%20bir%20%C4%B0nceleme.pdf
izindenetim.cevreorman.gov.tr/izin/AnaSayfa/birimler/uluslarasiKuruluslar/uluslararasiSozlesmeProtokolAnls/TurkiyeninTarafOlduguCevreSozlesmeler.aspx?sflang=tr
tr.wikipedia.org/wiki/Greenpeace
www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=2&cad=rja&ved=0CDQQFjAB&url=http%3A%2F%2Facikarsiv.ankara.edu.tr%2Fbrowse%2F1523%2F2151.pdf&ei=xv3zUr3bJqiO0AX734DwAw&usg=AFQjCNFmu5zd03O6bDAm5rDdjlsY0TPlNQ&sig2=OGGE5pelGjVoqYqCPc5fiw
www.istanbul.edu.tr/yerkure/Cevhak.htm
www.mevzuatdergisi.com/2010/03a/02.htm
www.csb.gov.tr/db/cygm/editordosya/KNN-2872cevrek5491isli.pdf