ANTARKTİKA ANTLAŞMALAR SİSTEMİ, EKSİLERİ, TÜRKİYE’NİN ANTARKTİKA POLİTİKALARI

Yazarlar:

Elmas İLHAN[1]

Melike SOY[2]

Beyza Hilal AKYURT[3]

Editör: Rabia ÖZTÜRK

 Giriş

Güney Kutbunda yer alan Antarktika; Dünya’nın en soğuk, rüzgârlı ve kuru kıta parçasıdır. Büyüklük bakımından en büyük 5. kıta olan Antarktika’nın %90’ı buzullarla kaplıdır. Kıta Doğu ve Batı Antarktika olmak üzere iki ana bölgeye ayrılır. 1959 yılında, 12 ülke Antarktika’nın içindeki ve çevresindeki bilim adamları ile birlikte “Antarktika salt barışçıl amaçlar için kullanılacaktır. Her türlü silahın denenmesi, üs ve tahkimat yapılması, manevra vb. askeri nitelikli her önlem yasaklanacaktır.” amaçlı bir antlaşma imzaladı. O zamandan bu yana, Antarktika Antlaşması (Antarctic Treaty) olarak bilinen bu antlaşmayı 38’den fazla ülke imzaladı.[4] Bu akademik kaygı gütmeyen çalışmada; Antarktika Antlaşma Sistemi, bu sistemin eksileri ve Türkiye’nin Antarktika politikaları sırasıyla incelenmiştir.

Tarihçe

  19. yüzyılda Antarktika’nın keşfi ile birlikte bu kıta üzerindeki kaynaklar ve zenginlikler devletlerin ilgisini üzerine toplamış, ülkeler bu kara parçası üzerinde hak iddia etmeye başlamıştır. Tarih boyunca yedi ülkenin Antarktika üzerinde hak iddia ettiği ve bu iddialarını da belirli gerekçelere dayandırdığı görülür. Bu iddiaların ilk ayağını 1908 yılında İngiltere öne sürmüştür. Bunun peşinden 1923’te Yeni Zelanda, 1924’te Fransa, 1933’te Avustralya ve 1939’da Norveç, Arjantin ve Şili’nin iddialarını öne sürmüştür. Arjantin ve Şili’nin savunduğu iddialar İngiltere ile çatışmış, bununla birlikte zaten Antarktika’nın bağımsızlığını isteyen devletler tarafından da destek görmemiştir.[5] Keza hatırlatılmasında fayda vardır ki, her ne kadar Antarktika uluslararası hukukta ortak miras alanı olarak kabul edilse de bazı ülkelerin bu topraklar üzerinde hak sahibidir. Örneğin, Britanya Antarktika Toprakları 20. boylamdan 80. boylama kadar uzanan, Birleşik Krallık’ın hak sahibi olduğu alanlardır. Birleşik Krallık’ın deniz aşırı topraklarından biri olan bu üs Rothera Bölgesi olarak adlandırılır. İlaveten 25. ve 74. boylamlar arasında Arjantin’in de hak sahipliği bulunur. 

  1. Antarktika Antlaşmalar Sistemi (AAS)

  Antarktika iklim koşulları nedeniyle insan yaşamına uygun olmadığı için kıtanın istisnai bir statüsü vardır. Kıta petrol, gaz rezervi, birçok türden maden bakımından zengin olduğu için ülkelerin egemenlik iddia etmesine sebep olmuştur. Antarktika Antlaşmalar Sistemi (AAS)’nin ilk antlaşması olan Antarktika Antlaşması(1959) yapılana kadar Arjantin, Avustralya, Fransa, Şili, Norveç, İngiltere ve Yeni Zelanda kıta üzerinde egemenlik iddia etmişlerdir. Antarktika üzerindeki çıkarları çatışan bu ülkeler iddialarına hukuki bir meşruiyet sağlamak amacıyla günümüze kadar yeni ülkelerin de katılmasıyla antlaşmalar imzalamıştır. Bu antlaşmalar şunlardır: Antarktika Antlaşması (1959), Antarktika Flora ve Faunası Koruma Tedbirleri Sözleşmesi (1964), Antarktik Ayı Balıklarını Koruma Sözleşmesi (1972), Deniz Canlı Kaynaklarının Korunması Sözleşmesi (1980), Antarktik Maden Rezervleri Faaliyetlerinin Düzenlenmesi Sözleşmesi (1988), Madrid Protokolü (1991).

  1. Antarktika Antlaşması (AA)

  Arjantin, Avustralya, Belçika, Şili, Fransa, Japonya, Yeni Zelanda, Norveç, Güney Afrika Birliği, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından Antarktika Antlaşmalar Sistemi’nin ilk sözleşmesi olan Antarktika Antlaşması 1959 yılında imzalanmış, 1961 yılında yürürlüğe girmiştir. Antlaşmaya göre taraf olan devletler kıta üzerinde egemenlik hakkı iddia etmeyeceklerini, var olan egemenlik iddialarını da sürdürmeyeceklerini taahhüt etmişlerdir. (Madde 4)[6]

  Antlaşmanın ilk maddesinde Antarktika’nın askeri bir üs olarak kullanılamayacağı, salt barışçıl amaçlar için kullanılacağı belirtilerek askeri nitelikli faaliyetler yasaklanmış, kıtanın yalnızca bilimsel amaçlar ve araştırmalar kapsamında üs olarak kullanılabileceği kayıt altına alınmıştır. Antlaşmanın 3. maddesi gereğince “Antarktika’da yürütülecek çalışmaların olabildiğince ekonomik ve verimli olmasını sağlamak üzere bilimsel program planlarına ilişkin bilgi alışverişi sağlanacaktır. Antarktika’da bilimsel gözlem ve sonuçlan değişimi yapılacak ve bulgulardan özgürce yararlanılabilecektir.”[7]

  Taraf devletlerce kurulan üslerde personel değişimi de yapılabilecektir. Bu sayede kıta ile ilgili araştırmalar sonucu edinilen bilgi ve gelişmelerden ülkeler faydalanabilecek ve bilimsel faaliyetleri hızlandıracak, bu antlaşma buz tabakaları dahil 60. Güney Paralelinin güneyinde kalan bütün alanlar için geçerli olacaktır.[8]

  1961 yılında yürürlüğe giren bu Antlaşmaya Türkiye 1996 yılında taraf olmuştur. 

  1. Antarktika Flora ve Faunası Koruma Tedbirleri Sözleşmesi

  İlk antlaşmanın kıta üzerindeki hayvanlar ve diğer canlılar üzerindeki kapsayıcılığının yeterli olmaması sebebiyle Antarktika Antlaşmasına taraf olan devletler mevcut antlaşmanın eksikliklerini tamamlamak için yeni antlaşmalar imzalamış ve bu antlaşmalara eklemeler yapmışlardır. Bu antlaşmaların ilki Antarktika Flora ve Faunası Koruma Tedbirleri Sözleşmesidir.

 Bu sözleşme, koruma alanları oluşturarak kuş ve hayvanlara zarar verilmesini ve öldürülmesini yasaklamıştır. 

  1. Antarktik Ayı Balıklarını Koruma Sözleşmesi (CCAS)

  16 Devletin taraf olduğu Antarktik Ayı Balıklarını Koruma Sözleşmesi 1972 yılında imzalanmış, 1978 yılında yürürlüğe girmiştir. Sözleşmeye göre taraf devletler keyfi bir şekilde, ticari veya kişisel çıkarlarla kıtadaki hayvanları avlayamayacaktır.

  Avlayacakları ve yakalayacakları hayvan sayısı sınırlandırılmıştır. Yalnız özel izinle bilimsel araştırma yapmak veya müze, eğitim ve kültür kurumları için örnek sağlamak amacıyla öldürme veya yakalanma yapılabilir. (Madde 4) 

  Avlama yapan devletler avlanan ayı balıklarının sayısını, cins ve yaşlarını ve avlamada kullanılan gemileri bildirmek zorundadır. (Madde 3)

  Taraflar arasında bilimsel veri ve bilgi alışverişi AA’da olduğu gibi bu sözleşmede de belirtilmiş, istatiksel ve biyolojik verileri, değerlendirilmek üzere, taraf devletlerin birbiri ile paylaşması öngörülmüştür. Paylaşımlara baktığımızda Antarktika’nın ortak miras alanı olarak görüldüğünü söyleyebiliriz. 

  Tarafların beş yılda bir olmak üzere toplanması kararlaştırılmıştır. (Madde 7)

  1. Deniz Canlı Kaynaklarının Korunması Sözleşmesi (CCAMLR)

  Sözleşme 1980 yılında Antarktika Antlaşmalar Sistemi’nin üçüncü antlaşması olarak 26 taraf ülkece imzalandı, daha sonra 10 ülke daha bu sözleşmeye katıldı. Antarktika Deniz Canlılarını Koruma Komisyonu (CCAMLR), 1982 yılında uluslararası sözleşme ile Antarktika’daki deniz yaşamını korumak amacıyla kurulmuştur. Bu, Antarktika ekosisteminin kilit taşlarından biri olan Antarktika kril kaynaklarına olan ticari ilginin artmasına ve Güney Okyanusu’ndaki diğer bazı deniz kaynaklarının aşırı sömürülme geçmişine yanıt olarak gerçekleşti.[9]

  Antarktika deniz canlıları kaynakları, Antarktika Yarımadasının güneyinde bulunan yüzgeç balıkları, yumuşakçalar, kabuklular ve kuşlar da dahil olmak üzere diğer tüm canlı organizma türlerinin popülasyonları anlamına gelir. (Madde 1)[10]

  Amaç; bu popülasyonu korumak ve sayılarının kontrollü bir şekilde muhafaza edilmesini sağlamaktır. “Ekosistem Gözlem Programı” oluşturularak bu programla deniz canlıları ve nüfusu kontrol altına alınmıştır

  Bu sözleşme, AA’nın uygulama alanı içinde açık deniz balıkçılığı yöntemine ilk olarak ekolojik -temelli bir yaklaşım getirmektedir. Sözleşmenin 2. maddesi balık stoklarının Antarktika’nın sürdürülebilir avlanma miktarından fazla olacak şekilde yapılmasını yasaklamaktadır.[11]

  1. Antarktik Maden Rezervleri Faaliyetlerinin Düzenlenmesi Sözleşmesi (CRAMRA)

  Rusya’nın devlet tarafından işletilen jeolojik araştırma şirketi Rosgeologia, 70’lerden bu yana yaptığı sismik araştırmalar ve diğer ilgili çalışmalarla birlikte Antarktika’da en az 513 milyar varil petrol ve gaz eşdeğeri olduğunu söylemiştir.[12]Antarktika’nın sahip olduğunu bildiğimiz bu zenginlik sadece bizim bu güne kadar keşfettiğimiz kısmıyken halihazırda bulunan bu rezerv ve bunun gibi başka rezervlerin de olabileceği ihtimali ülkelerin gözünü Antarktika’ya dikmesini beraberinde getirmiştir çünkü gizli de olsa her bir devletin güç mücadelesi ve istencinin söz konusu olduğu yadsınamaz bir gerçek.

  Arjantin gemisi Bahia Paraiso’nun Amerika’nın Palmer istasyonu yakınında karaya oturması sonucu 150.000 galon (yaklaşık 600 bin litre) petrolün denize akmasıyla oluşan kirlilik ve ekosistem tahribatı ile benzeri Alaska’da meydana gelen Exxon Valdez faciası, maden işletmesinin yasaklanması konusunda çok ciddi bir kamuoyu oluşturmuştur.

  Maden rezervleri faaliyetlerinin düzenlenmesine ilişkin bu sözleşme istişari devletlerin oybirliği şartını sağlamadığı için kabul edilmeyerek ölü doğmuş bir sözleşme olarak kalmıştır. 

  1. 1991 Madrid Çevre Koruma Protokolü (PEPAT)

  1991 yılında Madrid’de imzalanan ve 1998 yılında yürürlüğe giren Madrid Çevre Koruma Protokolü, 1959 yılında imzalanan Antarktika Antlaşması’nın 30. yıl toplantısı sonucu hazırlanan bir protokoldür. 

  Madrid Protokolü, Antarktika’nın bağımsız ve el değmemiş ekosistemini korumak, Kıtanın bilimsel araştırmaların yürütüldüğü bir bölge olarak kullanılmasını sağlamak ve bunu gerçekleştirirken de çevreye verilen zararı en aza indirmek amacıyla yapılmıştır.

  Netice itibariyle protokol, Antarktika çevresine en az zarar verecek şekilde faaliyetlerin planlanıp yapılmasına zemin hazırlayacak bir amaç gütmektedir. Protokol ana sözleşme olan Antarktika Antlaşması’nı değiştirmemiş, sadece ona ek olarak getirilmiştir.

  Bu Protokol’ün önemli bir özelliği Protokole bağlı olarak kabul edilen dört ektir. (Madde 9) Birinci ek ÇED, ikincisi Antarktik fauna ve florasının korunması, üçüncüsü çöp atımı ve çöp idaresi ve son olarak dördüncüsü ek deniz kirliliğinin korunması üzerinedir. 

  Protokolde, eklerde ve önceki antlaşmalarda da belirtildiği üzere çevredeki canlılara zarar vermemek ve bölgeye atık bırakmamak hassasiyetleri devam etmektedir.

  Protokolle getirilen en önemli düzenleme 50 yıl boyunca maden arama ve işletilmesinin yasaklanmasıdır. 2048 yılında “Danışman Devlet” statüsündeki devletler ve diğer taraf devletlerin istenci sonucu değişebilecek olan bu madde, şimdi olmasa da elli yıl sonra uluslararası alanda büyük bir tartışmaya sebebiyet verebilir. 2048 yılında artan tartışmalarla beraber Türkiye’nin de taraf olduğu Madrid Protokolü’nün yasaklamaya ilişkin bu maddesi, değiştirilmeye açık olarak gözüküyor. 

  1998 yılında yürürlüğe giren Madrid Protokolü’ne Türkiye, geç de olsa 2017 yılında taraf oldu. 

II. Antarktika Antlaşmalar Sisteminin Eksiklikleri

  Başta söylemek gerekir ki, Soğuk Savaş döneminde hazırlanıp en önemli protokolleri de bu dönem içerisinde imzalanmış olan AAS; bir uluslararası örgütün himayesinde olmayışına rağmen sürdürdüğü bilimsel çalışmaları ön plana koymuş tavrı ve kıtayı korumaya dair attığı adımlarla kurduğu ve sürdürdüğü barış ve beraberlik ortamı sebebiyle takdiri hak eder. Ancak AAS’nin geçmişteki bu istikrarlı politikası, kıtanın ve beraberinde antlaşmaların geleceği için kanımızca bir güvence sağlamakta yetersizdir. Bu yetersizliği birkaç sebebe bağlayabiliriz: 

  1. Küresel Isınma ve Kaynak Yetersizliğinin Etkisi

  “1991 yılında imzalanmış Antarktika-Çevre Protokolü, diğer adıyla Madrid Protokolü (Protocol on Environmental Protection to the Antarctic Treaty or Madrid Protocol), AAS’nin mühim zincirlerindendir. Antarktika’yı “barış ve bilime adanmış bir hazine” olarak tanımlayan Madde 2, Kıtada uygulanmasına izin verilen temel ilkeleri izah eden Madde 3 ve Antarktika’da bilimsel amaç haricinde tüm mineral kaynak işletilmesini yasaklayan Madde 7 ile bölgenin korunmasını sağlayan Madrid Protokolü; 2048 yılına kadar geçerliliğini koruyacak ve sadece tüm danışman üyelerin oybirliği ile değiştirilebilecektir.”[13]

 2022 yılına girmemizle küresel ısınmanın etkileri tüm dünyayla beraber oldukça çarpıcı bir biçimde, özellikle buzullarda görünmektedir. Önümüzdeki 26 yılda kıtanın hem yüzölçümü hem ekosistemi hem de kaynaklarında yaşanacak kritik değişimlerle beraber bu süreçte tatlı su ve petrol gibi çok önemli iki kaynağın rezervlerinin tükeniyor oluşu, 2048 yılına gelindiğinde kıtanın ve buradaki ekosistemin aleyhine kararların verilesine yol açıp açmayacağını akıllara getiriyor. Bu kararların Antarktika gibi dünya mirası seviyesinde bir yer için verilebilip verilemeyeceği de bizi AAS bünyesindeki bir sonraki probleme getiriyor. 

  • Demokrasiden Uzak Kalma Mekanizması

  “Uluslararası topluluğun bu ciddi ilgisi karşısında, 1957-58 Uluslararası Jeofizik Yılında Antarktika için uygulanacak bir antlaşmanın hazırlıklarına başlanmış, 1959 yılında toprak iddiasında bulunan yedi devletle, Antarktika ile yakından ilgilenen diğer devletler (ABD, SSCB, Japonya, Belçika ve Güney Afrika) Washington’da bir araya gelerek Antarktika Antlaşmasını (AA) hazırlamıştır.”[14]        

  Tartışmalı olarak, başlangıçta devletlerin Antarktika’ya olan ilgilerinin temel sebebi olan toprak hakimiyeti isteği AAS altındaki tüm antlaşmalar, protokoller ve belgelerle dondurulmuş olsa da bu, çözümüne dair aktif adımlar atılmış bir sorun değildir. Bu sorun çözüme ulaştırılması güç bir sorundur çünkü egemenlik iddiaları sözde dondurulmuş olunsa da AAS’nin işleyişine yakından bakacak olursak karar verme mekanizmasının yalnızca “Danışman Devletler” (Antarctic Treaty Consultative Parties, kısaca ATCP) olduğunu görebiliriz. Doktrinde “dünya parkı” olması gerektiği görüşü hakım olan Antarktika adına alınan kararların belli başlı devletler tarafından alınıyor oluşu kıtanın özüne ve şu zamana kadar korunması için atılmış tüm adımların amacına aykırıdır. Bu düşünceler dünya çapında daha önce de yankılanmıştır.      

  “Antarktika Antlaşma Sistemi’nin radikal bir biçimde revizyondan geçirilmesi konusunda ilk eleştiriler 1982 yılında Malezya’nın Başbakanı Dr. Mahatir bin Mohamad’in başında bulunduğu Bağlantısızlar grubundan (non-aligned countries) gelmiştir…1961 yılından Malezya Başbakanının Antarktika Sözleşmeler Sistemi’ni sorgulamaya başladığı yıl olan 1982’ye kadar Antarktika’nın yönetiminin ‘Aristokratik bir kulübe” ait olduğunu söylemek abartı kaçamayacaktır. 21 senelik bu dönemde yalnız antlaşmaya taraf olan 12 devlet kıta üzerinde karar almıştır.”[15]

  Öte yandan antlaşma tarafları tarafından imzalandığından beri 42 ülkenin daha taraf olmasıyla danışman devletlerin sayısı 54’e çıkmışsa da bu devletler toplantılarda karar alırken, Antarktika’da “elle tutulur araştırma faaliyetleri yürüttükleri” takdirde söz sahibi olabileceklerdir. Bu da açıkça antlaşmaları kabul etseler bile kıtada faaliyet gösteremeyecek durumda olan onlarca ülkenin devre dışı bırakıldığını gösterir. Kanımızca Antarktika tüm dünyanın doğrudan veya temsili bir biçimde söz hakkı olması gereken bir konu olduğundan AAS’nin karar alma mekanizması kıtanın özüyle açıkça çelişmektedir. Antarktika’nın geleceğinin tarafsız, çıkarsız ve demokratik ve uluslararası bir otoritenin kontrolü altına alınması şarttır. Bu doğrultuda akıllara ilk gelen kuruluş Birleşmiş Milletler olup, bu yolla AAS’nin de BM altındaki diğer antlaşmalarla entegre edilmesi sağlanabilir.  

  Aynı bağlamda son olarak 1959’da imzalanmış Antarktika Antlaşması’nın sekreterliği ancak 2004 yılına geldiğimizde kurulmuştur. Bu yılda bir toplanan sekreterliğin eski baş sekreteri Johannes Huber sekreterliğin antlaşmanın taraflarının ilgisinden uzak olduğunu belirtirken antlaşmanın yürütülmesinde sadece taraf devletlerin sözünün geçtiğini ifade etmiştir.[16]

  • Yetki Sınırı

    AAS’nin etki alanı iki konuda dar kalmaktadır:

  İlki, AAS altındaki antlaşmaların birer antlaşma oluşlarından doğmaktadır. Antlaşmalar özlerinde sadece tarafları ilgilendiren nitelikte olduklarından, taraf olmayanlar üzerinde hiçbir yaptırım yetkileri yoktur. AAS’ne baktığımızda bu sistemin en önemli antlaşmalarından olan Madrid Protokolü’ne 54 üyeden 12 üyenin imza atmadığı görülür. Bunun yanında toplamda BM devletlerinin ise %73’ü protokole taraf değildir.  

  İkincil olarak Antarktika Antlaşması’nın 8. Maddesinin 2. Fıkrasında belirtildiği üzere: “İşbu Antlaşma gereğince görevlerinin yürütülmesini kolaylaştırmak amacıyla ve tarafların Antarktika’da bulunan tüm personele uygulanacak yasalara ilişkin tutumlarını etkilemeksizin Yedinci Madde’nin birinci paragrafı uyarınca atanan gözlemciler ile Üçüncü Madde’nin birinci paragrafının (b) fıkrası uyarınca değişimi sağlanan bilimsel ve yardımcı personel, Antarktika’da bulundukları sıradaki eylem veya kusurları dolayısıyla ancak vatandaşı bulundukları tarafın yargılama erkine bağlı olacaklardır.”[17] Anlaşılacağı üzere AAS altında bağımsız bir yargı erki bulunmamaktadır.  

 AAS geniş ölçüde gözlem ve denetim gücü sağlıyor olsa da, denetim mekanizmaları yaptırım gücünden yoksundur. Örneğin, Canlı Kaynaklarının Korunması Hususunda Sözleşme (CCAMLR) çerçevesinde, denetleyiciler avcılık yapıldığına dair bulgular edinseler de işbu antlaşma gereğince yapanları sadece uyarma ve ihbar etme yetkisine sahiplerdir. Yaptırım gücü yine kusurlu bulunanların vatandaşı oldukları ülkeye aittir.[18]

 İlk amaçlarından biri yaptırım olmasa da asıl amacı kıtayı korumak olan AAS’nin yargı departmanında büyük adımlar atılması, antlaşmaların kapsama alanlarının genişletilmesi gerekmektedir.  

 Üstten tutulması gereken görüşe göre Antarktika’nın korunması gibi insanlığın boyun borcu olmuş mühim bir meselede sorumluluğunu sırtlanmış AAS’nin kıtanın geleceği için alınması gereken tüm önlemleri alıp, sistemde radikal değişiklikler yapması şu andan itibaren şarttır. Bu değişikliklerin yapılabilmesi için de tarafların AAS’ne olan bakış açısının değişmesi gerekmektedir. Kanımca AAS; Antarktika’nın geçmişi ve geleceği olarak görülmek yerine, kıtanın korunması adına basılmış bir kilometre taşı olarak görülmeli, değişen dünya ile birlikte fikirler de değişmelidir. 

III. Türkiye’nin Antarktika Politikası

 Türkiye, Antarktika Antlaşmalar Sistemi içerisinde yer alan sözleşmelerden sadece Antarktika Antlaşması ve Madrid Protokolü’ne taraf bir devlettir. Antarktika Antlaşması’na 1996 yılında, Madrid Protokolü’ne ise 2017 yılında taraf olmuştur. Türkiye’nin bu antlaşmalar sistemi içerisinde bu kadar geç yer edinme sebepleri olarak coğrafi uzaklık, Antarktika konusunda bilgi ve donanım eksikliği, Türkiye’nin bu kıta üzerinde dış politika ile alakalı hedefleri bulunmaması gösterilmiştir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin 35 yıl sonra taraf olması Antarktika üzerinde diplomatik hedeflerini geliştirme ve başarıya ulaşma konusunda başarısız olmasında büyük rol oynamıştır. Keza Madrid Protokolü’ne taraf olması da Antarktika üzerinde hak iddia edebilme gibi bir durumunu söz konusu etmemiştir. Zaten AA, antlaşmaya taraf olan devletleri karar alınan toplantılarda söz hakkı sahibi haline getirmez. 

  Antarktika’da bilimsel araştırma üssü kurma ilgisi, kararlar üzerinden yürütülen toplantılarda kanıtlanabildiği takdirde taraf olan devletler “Danışman Devlet” statüsüne kavuşur ve böylece o devlet antlaşma üzerinde alınan kararlara katılabilir. Danışman Devlet, bilimsel araştırmalar yapmak için Antarktika’ya bilim heyeti gönderir ve burada üs kurarak çalışmalarına başlar. Türkiye ise yıllardır AA’ya taraf olmasına rağmen toplantılara “Danışman Olmayan Devlet” statüsünde temsilci dahi göndermemiştir. O zamanki bilimsel araştırmalar açısından bilgisizlik ve isteksizlik, Antarktika üzerinde Türkiye’nin hak iddia edebilme ihtimalinin önüne geçmiştir. 

  Öte yandan son yıllarda kutup bölgelerinde olan bilimsel araştırmalara olan ilgi vesilesiyle ülkemizin bilimsel çalışmaları ivme kazanmıştır. 2015 yılında Türk akademisyenlerin girişimiyle İstanbul Teknik Üniversitesi bünyesinde Kutup Araştırmaları Merkezi (PolReC) kuruldu.  PolReC, Türkiye’nin Kutup bölgeleri üzerinde söz hakkı olması için çalışmaları üstlenmiş, Türkiye’nin üniversitelerinde konuyla ilgili akademik bileşenler arasında köprü görevi görmeyi amaç edinmiştir ve aynı zamanda Kutup bölgeleri üzerinde farkındalık oluşturmayı planlamaktadır. Kıta üzerinde bir bilim istasyonu kurulması ve bu bölgeye giden bilim insanları için Türk bayrağı taşıyan bir araştırma gemisi yapmayı temel amaç edinmiştir. 

  Nihayetinde PolReC, Türkiye’yi temsilen 36.,37.,38. ve 39. Danışma Toplantılarına katılmıştır. Türkiye’nin Madrid Protokolüne taraf olması da yine bu merkezin sayesinde gerçekleşmiştir. PolReC, Bakanlıklar nezdinde yaptıkları girişimlerle Protokolü gündeme getirmiş ve Dışişleri Bakanlığı’nın Protokolün uygun bulunmasına ilişkin olan kanun tasarısının yayınlanmasına katkıda bulunmuştur. Tasarı ilk başta TBMM’ye gelmiş, lakin kanunlaşamamıştır. Sonrasında yeni yasama yılında Meclise yeniden gönderilmiş ve bu kez kabul edilerek kanunlaştırılmıştır. Nitekim 2017 yılında Türkiye de Madrid Protokolü’ne taraf devletlerden biri konumuna gelmiştir.

  Madrid Protokolü’nün Türkiye üzerindeki en büyük olumlu etkilerinden biri Türkiye’nin Antarktika üzerinde bilimsel araştırma üssü kurabilecek olmasıdır. Antarktika Antlaşması’nın 9.maddesinin 2.fıkrası gereğince Türkiye bilimsel araştırmalarını “Danışman Devlet” statüsüne sahip olarak yürütebilecektir. Bu statü Türkiye’nin alınan kararlarda söz hakkı olabilmesinin de önünü açan olumlu bir gelişmedir.[19]

Sonuç

  Dünya’nın en büyük beşinci kıtası olan Antarktika büyük bir çoğunluğu buzullar altında olmasına rağmen zengin kaynaklara ve doğal rezervlere sahiptir. Kıta üzerinde hiçbir egemenliğin bulunmaması burayı ortak miras haline getirmiş, bunun sağlanması için de çeşitli diplomatik ve hukuki faaliyetler yürütülerek, birtakım uluslararası antlaşmalar yapılarak bir antlaşmalar sistemi oluşturulmuştur. Bu zincir antlaşmalar sisteminin temelini Antarktika Antlaşmalar Sistemi oluşturur. Sistemin temel amacı bölgenin barışçıl amaçlar için kullanılmasını sağlayıp bölgeyi çatışma bölgesi olmaktan uzaklaştırmaktır. 

  Küresel ısınmanın büyük etkisinde kalan Antarktika, zaman içerisinde doğal kaynak zenginliklerinin gücünü yitirmiştir ve yitirmeye devam etmektedir. Öte yandan Kıta üzerindeki devletler tarafından yöneltilen hak iddiaları kara parçasının barışçıl amaçlara hizmet eden, tarafsız ve özerk bir bölge olmasının önüne geçmektedir.

   Antarktika üzerinde hak iddia eden ülkelerin birçoğu Kıta’ya coğrafi konum bakımından yakın olanlardır. Netice itibariyle Yeni Zelanda, Avustralya, Arjantin ve Şili gibi ülkeler başlıca Kıta üzerinde hak iddia eden ülkeler arasındadır. Coğrafi konum olarak uzak kalmış ama yine de hak iddia eden İngiltere, Fransa ve Norveç’in de bu hak iddiaları üzerindeki büyük etkisini özellikle İngiltere ve Fransa açısından o dönemde Antarktika’ya yakın olan ülkeleri sömürge altına almalarından da ölçebiliriz. Ülkeler her ne kadar kendi geçerli sebeplerini sunsalar da haliyle diğer dünya ülkelerinden gereken desteği görememişlerdir. Türkiye’de de gerek coğrafi konum gerekse de bilgi ve donanım yetersizliği sebeplerinden ötürü Kıta’nın buzul olsa da aslında ne kadar kıymetli olabileceği geç anlaşılmıştır. Her ne kadar son yıllarda “Danışman Devlet” statüsünü kazanarak toplantılarda alınan kararlarda söz ve hak sahibi olsak da bilimsel çalışmalar harici kıta üzerinde hak sahibi olabilmemiz kanaatimizce pek mümkün değildir. 


DİPNOTLAR

[1]  Öğrenci, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi

[2]  Öğrenci, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi

[3]  Öğrenci, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi

[4] Nola Taylor Redd, Antarctica: The Southernmost Continent, Live Science, 21 Eylül 2018, (Çevrimiçi) https://www.livescience.com/21677-antarctica-facts.html

[5] Sümeyra Altıner Coşkun, Antarktika Kıtasındaki Hukuki Rejim ve Türkiye’nin Kıtadaki Varlığı, Sa. 3, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2018, s.114-115

[6] Antarktika Antlaşması, https://documents.ats.aq/keydocs/vol_1/vol1_2_AT_Antarctic_Treaty_e.pdf

[7] Antarktika Antlaşması, madde 3

[8] Antarktika Antlaşması, madde 6

[9] https://www.ccamlr.org/en/organisation (son erişim: 05.05.2022)

[10] Deniz Canlı Kaynaklarının Korunma Sözleşmesi, https://documents.ats.aq/keydocs/vol_1/vol1_12_CCAMLR_CCAMLR_e.pdf

[11] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/628984 (son erişim: 05.05.2022)

[12] https://oilprice.com/Energy/Crude-Oil/Russia-Makes-Move-On-Antarcticas-513-Billion-Barrels-Of-Oil.html (son erişim: 05.05.2022)

[13] Çevrimiçi, https://www.ats.aq/e/protocol.html  (son erişim: 05.05.2022)

[14] Başar, Kemal, “Antarktika Antlaşmalar Sistemi (1961-2001): 40 Yılın Ardından Antarktika’nın Hukuki Rejimi”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1 Nisan 2003, (Çevrimiçi) https://dergipark.org.tr/tr/pub/auhfd/issue/42662/514418, 31 Aralık 2021 (son erişim: 05.05.2022)

[15] Başar, “Antarktika Antlaşmalar Sistemi (1961-2001): 40 Yılın Ardından Antarktika’nın Hukuki Rejimi

[16] LawTeacher, “Antarctic Treaty System: Strengths and Weaknesses”, November 2013, (Çevrimiçi) https://www.lawteacher.net/free-law-essays/international-law/antarctic-treaty-system-8363.php?vref=1, 2 Ocak 2021 (son erişim: 05.05.2022) 

[17] Türk Deniz Araştırmaları Vakfı, Resmi Gazete, 2 Ocak 2021 https://tudav.org/wp-content/uploads/2018/04/Antarktika_sozlesmesi_metni.pdf  (son erişim: 05.05.2022)

[18] Türk Deniz Araştırmaları Vakfı, Resmi Gazete, 2 Ocak 2021 https://tudav.org/wp-content/uploads/2018/04/Antarktika_sozlesmesi_metni.pdf(son erişim: 05.05.2022)

[19] Coşkun, Antarktika Kıtasındaki Hukuki Rejim ve Türkiye’nin Kıtadaki Varlığı, s.123-125


KAYNAKÇA

Nola Taylor Redd, Antarctica: The Southernmost Continent, Live Science, 21 Eylül 2018, (Çevrimiçi) https://www.livescience.com/21677-antarctica-facts.html (son erişim: 05.05.2022)

Sümeyra Altıner Coşkun, Antarktika Kıtasındaki hukuki rejim ve Türkiye’nin kıtadaki varlığı., Sayı 3, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2018: 114-115

The Protocol on Environmental Protection to the Antarctic Treaty, Çevrimiçi, https://www.ats.aq/e/protocol.html (son erişim: 05.05.2022)

Başar, “Antarktika Antlaşmalar Sistemi (1961-2001): 40 Yılın Ardından Antarktika’nın Hukuki Rejimi”

LawTeacher, “Antarctic Treaty System: Strengths and Weaknesses”, November 2013, (Çevrimiçi), https://www.lawteacher.net/free-law-essays/international-law/antarctic-treaty-system-8363.php?vref=1, 2 Ocak 2021 (son erişim: 05.05.2022)

Türk Deniz Araştırmaları Vakfı, Resmi Gazete, 2 Ocak 2021 https://tudav.org/wp-content/uploads/2018/04/Antarktika_sozlesmesi_metni.pdf  (son erişim: 05.05.2022)

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir