“İnsansız Adalet Olmaz”

“İnsansız adalet olmaz…”

Otizm, doğuştan gelişen, genetik altyapıya dayanan, karmaşık nöro – biyolojik tabanlı bir gelişim bozukluğudur. Otizme istatistiksel verilere göre neredeyse 100 kişiden birinde rastlanılır. Türkiye’de otizmden etkilenen 2 milyondan fazla vatandaşımız vardır. Bilimsel araştırmalar, erken tanı ve doğru bir eğitim yöntemi ile yoğun olarak eğitim alan çocukların yaklaşık yüzde ellisinde otizmin belirtilerinin kontrol altına alınabildiğini, gelişim sağlanabildiğini, hatta bazı otizmli çocukların ergenlik çağına geldiklerinde diğer arkadaşlarından farkı kalmadığını göstermektedir. Otizmli çocukların mutlaka eğitim sistemi içinde yer almaları gerekir. Çünkü eğitim, otizmli birey için her şeyden önce “tedavi” anlamına gelir. Otizmi diğer engel gruplarından ayıran en önemli fark; erken tanı ve erken bireysel/kaynaştırma eğitimiyle otizmli çocukların sorunlarının büyük bir kısmını aşabilmeleridir. Ancak “Türkiye’deki Bireylerin Otizm Algısı ve Bilgi Düzeyi(2017)” araştırmasına katılanların;

• %58’i otizmi duyduklarını,

• %42’si herhangi bir fikirlerinin olmadığını,

• Otizmi duyanların sadece %15’i ise tedavi edilebileceğini düşündüklerini belirtiyor.

Otizmli çocukların eğitim durumuna gelecek olursak; Ülkemizde otizmli çocukların eğitimi ile ilgili yasal yönetsel düzenlemelerin çoğu gelişmiş ülkelerle aynı seviyelerde olmasına rağmen uygulamada önemli açıklar söz konusudur. Ülkemizde özel gereksinimli öğrenciler için temel olarak iki eğitim ortamı mevcuttur. Bunlar; kaynaştırma eğitiminin uygulandığı genel eğitim okulları ve ayrıştırılmış eğitimin uygulandığı özel eğitim okullarıdır.
Kaynaştırma temelli eğitim modelinin amacı, otizmli çocukların, akranlarıyla birlikte eğitim görmelerini sağlamaktır. Kaynaştırma temelli eğitim, otizmli çocuklar için oldukça önemlidir. Bu eğitim modeli otizmli çocukların dış dünyayla olan iletişimlerini sağlama alır ve devamlılığını sağlar. Kaynaştırma sayesinde otizmli çocuklar birer birey olduklarında çeşitli zorlukların üstesinden gelmiş bir şekilde hayata atılırlar.
Otizmli çocuk için kaynaştırmanın bir diğer önemi ise yaşıtlarını izleyerek öğrenme kabiliyetinin artmasıdır. Genellikle yaşıtları ile iç içe bir ortamda bulundurulan otizmli çocuklar, otizmli olmayan çocuklardan yararlı beceriler öğrenebilirler. Otizmli bir çocuğun kaynaştırma eğitiminde bu konuda eğitimli bir öğretmen ve anne-baba etkileşimi düzeyli ve fiziksel olarak sağlıklı bir ortam sağlandığı takdirde çocuk gerekli kaynaştırma eğitimini rahatlıkla alabilmektedir.
Otizmli çocuklar için kaynaştırma eğitiminin bir diğer önemli etkisi ise okul sonrasında toplum içerisinde nasıl yaşanacağına dair bir deneyim elde edebilmeleridir. Okul sonrasında çeşitli iş deneyimleri de elde edebilecek olan otizmli çocuklar okul içerisinde öğrendikleri toplumsal normları okul dışarısında da uygulamaya özen göstereceklerdir. Doğru ve etkili bir kaynaştırma eğitimi alan otizmli bireyler hayata daha rahat adapte olabilmekte ve daha rahat bir yaşam sürdürebilmektedirler.(1)
Yapılan araştırmalar Türkiye’de 0-18 yaş grubunda 352 bin otizmli çocuk ve gencimiz olduğunu göstermektedir. Bugün Özel Eğitim okullarında toplam 19 bin 46; kaynaştırmada ise 2 bin 85 otizmli öğrenci bulunmaktadır. Otizmli genç ve çocukların sayısı göz önüne alındığında eğitim alan öğrenci sayısı oldukça azdır. Söz konusu oranların bu denli düşük olmasının bir sebebi de eğitim kurumlarındaki fiziksel ve niteliksel şartların yetersizliğidir ve eğitim alabilen otizmli öğrenciler ise Devlet Denetleme Kurulu’nun raporunda (27/08/2009 tarihli, 2009/5 sayılı karar) da değinildiği üzere, eğitim hakkından gereği gibi yararlanamamaktadır. Bu da engelli olmayan bireylerin eğitim hakkı ile engelli bireylerin eğitim hakkı arasındaki eşitsizliği ortaya koyar.
Özel Eğitim Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye (md. 24) göre, Eğitim kurumları, özel eğitim gerektiren öğrencilere eğitim hizmeti vermek zorundadırlar. Fakat engelli öğrencilere, kaynaştırma eğitimi alabileceklerine dair raporu olmasına rağmen okullara kaydedilmelerinde okul yönetimleri tarafından birtakım sıkıntılar yaşatıldığı anlaşılmaktadır.
Okul yöneticileri, liseye giriş sınavında okul başarısının düşeceği kaygısı ile engelli öğrenciye önyargıyla bakmakta, okulun fiziki durumu ve araç gereçlerinin bu öğrenciler için uygun olmaması, öğretmenlerin bu özel eğitim konusunda yeterli bilgi ve donanıma sahip olmaması ve diğer velilerin baskısı nedeniyle, engelli öğrencileri okullarına yerleştirmede çeşitli zorluklar çıkarmaktadırlar.
Okul yöneticileri, kayıt için çıkardıkları zorluğun sebebini, öğrencinin kendi durumuna en uygun okula yerleştirilmesini ve böylece en doğru eğitimi almalarını sağlamak olarak izah etmektedirler. Oysa engelli öğrencileri kaydetmek istememelerinin en önemli nedenlerinden biri, diğer velilerin, kendi çocuklarının sınıfında, engelli bir öğrenciyi istememeleridir. Bu velilerden, hem öğretmenlere hem de yöneticilere sürekli olarak gelen şikâyetler karşısında yöneticiler, çok fazla veli ile sorun yaşamak yerine sadece engelli öğrenci velisi ile sorun yaşamayı göze almaktadırlar.
Engelli öğrencilerin karşılaştığı bu öfkelendirici ve ayrıştırıcı tavır üzerine yaşanan durumun bir ayrımcılık olduğunu düşünen veliler, yargı sistemine başvurmakta ancak Türk yargı sistemi içinde yaşadıkları mağduriyete herhangi bir çözüm bulamamaktadırlar. Hiçbir şekilde tatmin edici bir hukuki sonuca ulaşamamanın yanı sıra, adaletsizliğe uğradığını hisseden aileler için yaşadıkları mağduriyete son bir çare arayışı olarak, geriye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine eğitim hakkı ihlali ve ayrımcılık nedenleriyle başvuru kalmaktadır.
Eğitim hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (Sözleşme) ek (1) No’lu Protokol’ün 2. maddesinde (P1-2) düzenlenmiştir. Madde metni şöyledir: “Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarıyla uyumlu olarak yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterir.” Eğitim hakkını düzenleyen P1-2, iki cümleden oluşmaktadır. AİHM içtihatlarında, bu cümlelerden birincisinde temel kuralın, ikincisinde ise tamamlayıcı kuralın düzenlendiği belirtilmektedir. Mahkeme, şikâyetin niteliğine göre önüne gelen başvuruları bu kurallardan birine göre incelemektedir. Birinci cümledeki temel kural, “eğitim hakkından yoksun bırakılmama” hakkını içermektedir.
AİHM içtihatlarında, eğitim ve öğretim kavramlarının tanımı da yapılmıştır. Buna göre, “çocuk eğitimi”, herhangi bir toplumda, büyüklerin inançlarını, kültürlerini ve diğer
değerlerini gençliğe aktarma çabasını içeren sürecin bütünü; “öğretim” ise özellikle bilgi ve entelektüel gelişimin aktarımını ifade etmektedir. Bu tanımlar dikkate alındığında, eğitim ve öğretimin, çocukların bilinçlerini şekillendirmede, onların hayatlarının kalan kısmında alacakları kararlarda ve takip edecekleri yolun belirlemesinde önemli etkileri olan bir araç olarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Nitekim AİHM, bir eğitim kurumu olarak okulun kuruluş amaçları arasında öğrencilerin mental güçlerinin ve karakterlerinin şekillenmesi ve geliştirilmesini de saymaktadır. Buna ek olarak düşünüldüğünde ise engelli bir çocuğun eğitime olan ihtiyacı ve devamında topluma adapte olması, geleceğini insan onuruna yaraşır bir şekilde ve yüksek bir yaşam kalitesi ile sürdürmesi şüphesiz ki daha büyük önemi haiz bir meseledir.
Mahkemeye göre, Sözleşme’nin diğer uluslararası kurallarla uyumlu olarak yorumlanması gerekir. “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”, “Eğitimde Ayrımcılığa Karşı Sözleşme”, “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi”, “Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme”, “ Engelli bireylerin haklarına ilişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi” ve “Çocuk Haklarına Dair Sözleşme” içinde yer alan eğitim hakkına ilişkin kurallar buna örnek gösterilebilir. Bununla birlikte yukarıda DDK raporu dolayısıyla bahsedildiği gibi, engelli bireylerin maruz kaldığı bu ihlal, yalnızca eğitim hakkı ihlali olmakla kalmayıp aynı zamanda ayrımcılığa karşı da bu hususta korunması gereken hakları ihlal ettiği su götürmez bir gerçektir. Zira engelli bireyler çoğunlukla bu ihlale, sırf bu hayata farklı olarak başlamış veya farklı olarak yaşama devam eden hak özneleri olduğu için maruz kalmaktadır.
P1-2’nin birinci cümledeki eğitim hakkına ilişkin temel kural, eğitim hakkından yoksun bırakılmama hakkını düzenlemektedir. Anılan kural, “Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz.” şeklindedir ve olumsuz tarzda kaleme alınmıştır. AİHM, P1-2’nin birinci cümlesinden ilk olarak, taraf devletlerin kendilerini bağlayıcı bir şekilde “belirli bir zamanda var olan eğitim kurumlarına erişim hakkı” nı yetki alanları dâhilindeki herkese tanıdıkları sonucunu çıkarmaktadır. Bununla birlikte Mahkemeye göre, erişim hakkı, birinci cümlede tanınan eğitim hakkının sadece bir parçasını teşkil etmektedir. Hakkın etkili olması için buna ilave olarak eğitimden yararlanan kişi, “aldığı eğitimden menfaat sağlama” imkânına da sahip olmalıdır. Fakat günümüzde engelli bireyler, eğitimden menfaat sağlamak şöyle dursun, Mahkemenin maddeye yaklaşımının bir tezahürü olarak, ne yazık ki kalitesi önemsenmeksizin her nerede eğitim alırlarsa alsınlar, bu hakkı aktif ve özüne uygun olarak kullanabilmiş kabul edilmektedir.
AİHM’nin maddenin birinci cümlesinin uygulanmasına ilişkin temel yaklaşımı şöyle özetlenebilir: Taraf devletlerin belli eğitim kurumlarını kurma veya destekleme görevi bulunmamaktadır. Ancak devletler, kurdukları veya destekledikleri eğitim kurumlarına etkili bir şekilde erişimi sağlama yükümlülüğü altındadır. Fakat teknik olarak bu mümkün olsa da pratikte engelli bireyler, yukarıda da değinildiği gibi, söz konusu erişim hakkından aktif olarak yararlanamamaktadır.
Belirtilen hususlar dikkate alındığında, AİHM’nin, eğitim hakkına ilişkin temel kuralı, daha çok P1-2’nin hazırlık çalışmalarına ve metnine referansla anlamlandırmaya çalıştığı, bu anlamlandırmada insana dair evrensel bir öz değeri veya ihtiyacı temel almadığı, eğitim hakkına bakışının felsefi temelini oluşturmadığı söylenebilir.
Eğitim Hakkı ile Ayrımcılık Yasağına değinecek olursak;
P1-2’de yer alan “Hiç kimse…” ibaresi, eğitim hakkının uygulanması bakımından bireylerin hepsine eşit davranılması ilkesini ima etmektedir. Eğitim hakkı, devlet okulları ile özel okullardaki öğrenciler yönünden eşit olarak güvence altına alınan bir haktır. P1-2’nin, yalıtılmış olarak tek başına değil, Sözleşme’nin ayrımcılık yasağını düzenleyen 14. maddesi dikkate alınarak yorumlanması ve uygulanması gerekir. AİHM’ye göre, 14. madde, bağımsız varlığa sahip bir güvence içermemekte, AİHS’de düzenlenen diğer haklarla bağlı bulunmaktadır. Bununla birlikte kendi içinde ilgili hakkın düzenlendiği maddenin gerekleriyle uyumlu olan bir önlem, ayrımcı bir niteliği bulunması nedeniyle 14. maddeyle bağlantılı olarak yorumlandığında anılan maddeyi ihlal edebilir Bu nedenle , taraf devletin yetki alanında bulunan kişiler, P1-2’den belli tür eğitim kurumunun oluşturulması hakkını elde edemezlerse de, bu tür eğitim kurumlarını oluşturmuş olan devlet, giriş gerekliliklerini belirlemede, 14. madde anlamında ayrımcı önlemler alamaz, alan kurumları da kendi iç hukuk yolları ile denetlemek zorundadır. Uygulamada da görüldüğü gibi özel okulların öğrenci seçmede belirledikleri kriter engelli öğrenciler açısından ayrımcılık teşkil edebilmektedir.
Kanaatimizce AİHM’nin eğitim hakkı çerçevesinde ortaya çıkan sorunlara gerçekçi çözümler bulabilmesi, gerçeklerle karşılaştığında belirlediği ilkeler ile somut çözümleri arasında ortaya çıkan çelişkilerden kurtulabilmesi insana dair evrensel bir özden ve ihtiyaçtan hareket etmesine bağlıdır. Buna da eğitimin, özünde bireyin gelişimiyle ilgili bir konu olduğunun tespitiyle başlanabilir. (2)
Mahkemenin maddeye yaklaşımı olan; bir kurumdan eğitim alınamamış ve mecburen hayatın olağan akışında başka bir kurumdan eğitim alınmış olması hali için, tabiri caizse “Her nasılsa bir kurumdan eğitim alındı ve söz konusu eğitim hakkı görünürde ihlal edilmedi.” yorumu kesinlikle hakkın özüne aykırıdır ve şekli bir koruma içerir. Bu durumda hak öznesi olan insan unsuru ihmal edilmekte ve eğitim hakkı gibi bir hak araçsallaştırılıp mahkeme ismini aldığı ‘İnsan Hakları’ yüce değerine ne yazık ki layık hareket etmemektedir. Zira hukuk da , devlet de , devletler arası mekanizmalar da, Mahkeme de insan için vardır. Bu zikredilen hiçbir kurumun insan öznesi ve hakları dışında koruması ve kollaması gereken bir değer bulunmamaktadır. İnsan unsuru dışlandığında, ilgili sistemlerin ruhu kaybolacak ve yalnızca bir yığına dönüşeceklerdir. Dolayısıyla İnsan Haklarını korumayı kendisine şiar edinmiş uluslararası bir mahkeme olan Kurum’un bu yaklaşımı kesinlikle eleştiriye fazlasıyla açıktır ve değişmelidir.

Özdemir Asaf’ın da dediği gibi;
İnsansız adalet olmaz.
Adaletsiz insan olur mu?
Olur, olmaz olur mu,
Ama olmaz olsun!

 

Kaynakça :

1) Milli Eğitim Bakanlığı Otistik Çocuklar Eğitim Merkezleri Yönergesi, ARALIK 2004/2567

2) Dr. Abdullah ÇELİK, AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ KARARLARINDA EĞİTİM HAKKI, sayfalar 281,282,287,320,321,323 TAAD, YIL:6, SAYI:20 (OCAK 2015)

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi
ILSA İnsan Hakları Komisyonu adına; 20.04.2018
Müşerref Ayşe ÜNLÜ
Ayyüce TEKELİ
Kübra ŞENTÜRK
Ekin ÇETİNER
Hilal KANTARCIOĞLU
Berrak Su KODAL
Elif Sena GÜVENÇ
Emrullah BURKAY
Bilge BİÇER
Dila KÜÇÜKALİ
İsmail Hakkı BİRGEALP
Şeyda ÖZDEMİR
Yağmur Ezgi YANIK
Mevlüt Huzeyfe UĞUR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir