TÜRKİYE–YUNANİSTAN GERİLİMİNİN TARİHSEL KÖKENİ VE YUNANİSTAN’IN SAVAŞ MANİFESTOSU

Röportaj: Furkan Efe Yıldırım

Editör: Rabia Öztürk

Furkan Efe Yıldırım: Öncelikle Aytaç Bozkuyu kimdir, akademik hayatı nasıl ilerlemiştir, hayat tercihleri nasıldır?

Aytaç Bozkuyu: Etnolog- Tarihçi Yazar Aytaç Bozkuyu; 1983 yılı, Adana doğumludur. Niğde Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünü bitirdikten sonra Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi alanında Yüksek Lisansını tamamlamıştır. Yazarın ulusal ve uluslararası birçok dergide akademik makaleleri bulunmaktadır. Antropoloji, Türk dili, Türk kültürü ve Türk tarihi ile ilgili akademik düzeyde araştırmalarının yanı sıra yazdığı eserlerle birçok bilimsel kuruluştan ödüller almıştır. Aynı zamanda TRT Belgesel Danışmanı olan Aytaç Bozkuyu, İngilizce ve Arapça dillerini bilen bir yazardır. Evli ve bir çocuk babasıdır.

Furkan: Bu kariyer serüveninizde bir dönüm noktası oldu mu? Sizin burada olmanızı sağlayan, sizi şu anki siz yapan dönüm noktası neydi?

Aytaç Bozkuyu: Benim şu anda bu durumda olmamı sağlayan etken öncelikle kendimi tanımam ve neler yapabileceğimi iyi anlamamdı. Tabii ki bu süreçte örnek aldığım tarihteki büyük şahsiyetlerin yanı sıra destek olan ailemin ve çevremin de etkisi yadsınamaz

Furkan: Bizim için gayet güzel bir giriş oldu. Konumuza dönerek ilk sorumuzla başlayayım ben: Biliyorsunuz ki yakın zamanda Yunanistan ve Türkiye arasında bir savaş ihtimali söz konusu. Sizin bu konudaki görüşleriniz nelerdir? Yunanistan ve Türkiye hangi konularda anlaşamıyor? Türkiye–Yunanistan krizinin nedenleri ve bu gerilimin tarihsel kökeni bakımından bizlere bilgi verebilir misiniz?

Aytaç Bozkuyu: Aslında sorunu körükleyen Batı Dünyasının 19. yüzyılda başlayan kendine kök arama girişimleri oluyor. Avrupa Medeniyetinin kökenini Yunanlar’a bağlayan Avrupa ile Akdeniz’e inmeye çalışan Rusya siyaseti arasına sıkışan Türk-Yunan ilişkileri her dönem gergin kalması istenen bir ilişkidir. Halbuki Türkler 11. yüzyıldan önce küçük gruplar halinde Anadolu’ya geldiğinde Roma medeniyeti Anadolu’da zayıflamış ve özellikle Batı Anadolu’da kendini Yunan olarak tanımlayan gruplar nüfusun büyük kısmını Mora Yarımadası’na kaydırmıştı. 11. yüzyıldan itibaren Türk Nüfusu Anadolu’da arttıkça bölge yüksek oranda Türkleşmişti. Kurulan Türk Beylikleri döneminde Batı Anadolu tamamıyla türkleşmiş, Yunan nüfusu adalara ve Mora Yarımadası’na kaymıştı. Fatih Sultan Mehmet’in Mora Yarımadası’nı almasıyla Yunanlar Osmanlı vatandaşı olmuş hatta Türkler’in dinsel olarak da koruması altına girmişlerdi. Fransız İhtilali’ne kadar da küçük çaplı ayaklanmalar dışında Türk yönetiminden memnun oldukları görülmektedir. Ancak Osmanlı’nın zayıflaması ve çıkar çatışmalarının yoğunlaşması nedeniyle bağımsızlık fikri, çeşitli yasadışı örgütler kurmalarına ve Mora’daki Türk nüfusunu katliamla tüketmelerine kadar gitmiştir. Oysa o sıralarda Osmanlı merkez yönetiminde Yunan memurlar da bulunmaktaydı. Yunanların bağımsızlık hareketleri fiilen II. Mahmut zamanında başlamış ise de 18. yüzyılın sonlarında, yani III. Selim devrinden itibaren bu hareket fikir sahasındaki faaliyetleri ile kendini göstermiştir. 1814’te Atina’da kurulan Heteria Flamusan ve Odessa’da zengin Yunanlar’ın kurdukları Filike Heteria derneklerinin Memleketeyn’de Rusya’da ve Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan Yunanlar’dan birçok zengin üyesi oldu. Her iki dernek de yeni bir Yunan devleti kurmak yolunda harekete geçtiler. Yunan politikalarında; Etniki Eterya Cemiyeti’nin 1814 tarihinde oluşturduğu 10 maddelik hedeflerinden sapma olmamıştır. Bunları gerçekleştirmek için Osmanlı Devleti’nin buhranlı zamanlarını iyi değerlendirmişlerdir. Yunanistan’ın yayılmacı politikası, Rusya başta olmak üzere İngiltere ve Fransa tarafından yine desteklenecektir. Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasını sağlayan ve yayılmacılığını destekleyenler; Rusya, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Batılı büyük devletler ve Avrupa kamuoyudur. Batılı devletlerin ve kamuoyunun Yunanistan’dan yana bir tavır almasının temel nedeni ise Batı medeniyetinin “Greko-Romen” temeline dayandığı inancı ve Eski Yunan kültürüne duyulan hayranlıktır. Türkler’in ayrı dinden ve kültürden olmaları, Avrupa’yı Viyana kapılarına dayanarak tehdit etmeleri de ikinci nedeni teşkil eder. Batı kamuoyunun Türk-Yunan anlaşmazlıklarında iktisadi, siyasi ve stratejik önem ve öncelikleri dikkate alarak objektif hareket ettiği pek görülmemiştir.

Yunanistan, kuruluşundan incelediğimiz dönemin sonuna (bugüne) kadar topraklarını devamlı bir şekilde Türkler’in aleyhine genişletmek için Osmanlı İmparatorluğu’na karşı izlediği yayılmacı politikayı Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı da sürdürmek istemiştir.

Yunanistan’ın yayılmacı politikası, Megali İdea’nın gerçekleştirilmesine yöneliktir. Yunanistan; Grekler’in yaşadığı bölgeleri içine alan tek bir devlet düşüncesinden hareketle ırkçı ve şoven bir nitelik arz eden; Büyük Yunanistan’ı, sözde Bizans-Grek İmparatorluğu’nu, yeniden kurmak şeklinde özetleyebileceğimiz hayali projeyi uygulayabilmek için her yola başvurmuştur. Bağımsız bir devlet olmasından sonra Osmanlı İmparatorluğu toprakları aleyhinde sürekli genişleyen Yunanistan, Balkan Savaşları ile topraklarını iki katına çıkarmış, 1947 yılı sonunda İmroz, Bozcaada ve Tuvran Adaları dışında, bütün Ege Adaları’nın hukuken de sahibi olmuştur. Megali İdea’yı gerçekleştirme yolunda, Yunanistan’ın attığı adımları küçümsemek; tarihi gerçekleri inkâr etmek demektir. Başka bir ifade ile Divan-ı Hümayun Başkâtibi Halet Efendi’nin davranışını benimsemek demektir.

Tarihle, hukukla ve mantıkla ilgisi bulunmamakla birlikte 15 Mayıs 1919’ da Yunanlar’ın İzmir’e asker çıkarmalarına yol açan temel düşünce Megali İdea ve Megali İdea’yı milli bir amaç-ülkü biçiminde eyleme dönüştüren Venizelos’tur. Yunanistan’ın Anadolu macerasına çıkmasını destekleyen devletler ise, İngiltere, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri’dir. Yunanistan’ın Megali İdeası, İstiklal Savaşı ile vatanın haremi istikametinde boğulmuştur. Askeri zaferden sonra imzalanan Lozan Antlaşması, Türk-Yunan ilişkilerinde belli bir statüko ortaya çıkarmıştır. Fakat bu antlaşma, önceden mevcut olmayan veya düşünülmeyen bazı sorunları beraberinde getirmiştir. Lozan’dan sonra Yunanistan ile aramızdaki sorunların tamamı bu ortaklaşa tespit edilmiş statükodan, ortaklaşa antlaşmaya dayanmayan değişikliklerden veya statükonun yanlış yorumlanmasından doğmuştur.

Etnik-i Eterya’nın çalışma programını ve hedeflerini dış politikasına ilke edinmiş olan Yunanistan Devleti ve hükumetleri, Türkiye’ye karşı izledikleri yayılmacı politikalarında her araca başvurmuş; dini, askeri, siyasi ittifaklar aramışlardır. Yunanlar güçlü ve yaygın bir propaganda çalışması ile hemen hemen her dönemde batı kamuoyunun ve devletlerinin maddi ve manevi desteklerinden yararlanmışlardır. Bu konuda pek çok örnek verebiliriz: büyük devletlerin zorlaması ile 1881’de Yunanistan’a Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak vermek zorunda kalması, Osmanlı-Yunan Savaşı’nda Atina üzerine yürüyen Türk Ordusu’nun ilerlemesinin Batılı devletlerce yapılan baskılar sonucunda durdurulması, Yunan askerlerinin Anadolu macerası sırasında yaptığı mezalimlerin Batı kamuoyuna Türkler’in Hristiyanlara yaptığı zulümler gibi gösterilmesi, 1947 Paris Antlaşması ile İtalya’dan alınan Rodos ve 12 Ada’nın Yunanistan’a verilmesi gibi… Kendi gücü ile Türkler’e karşı bir başarı sağlayamayan Yunanistan, Batılı devletler ve Megali İdea’sını gerçekleştirmeye yardım edecek her devlet veya etnik unsur ile işbirliği yapmaktan çekinmemiştir.

Yunanistan, topraklarını genişletmek için her ülkedeki Rum zenginlerinden ve azınlığından yararlanmıştır. Atatürk; her bakımdan tam bağımsızlığa sahip, homojen bir Türk Devleti oluşturmaya büyük özen göstermesi sonucunda; Türk ve Rum ahalinin değişimini büyük ölçüde sağlayarak Yunanistan’ın Megali İdea’yı geçekleştirmek için kullandığı bir aracı elinden almaya çalışmıştır.

Türkiye ile Yunanistan arasında, Atatürk’ün izlediği bölgede yumuşama ve bölgesel iş birliği politikası ile barışı uluslararası arenada yayma çabaları sonucu başlayan iyi ilişkiler dönemi 1954 yılına kadar sürmüştür. Yunanistan, her dönemde Türkler’in en buhranlı günlerini, Megali İdeası’nıgerçekleştirmek için bir fırsat olarak değerlendirmiştir. Buna karşılık Osmanlı Devleti yüzyıllarca huzur içinde, din ve geleneklerini devam ettirerek Yunanları ve Rumları bünyesinde yaşatmıştır. Türkiye, Yunanistan’a karşı uygulayacağı politikasını planlarken ve uygularken uzun süreli stratejiler belirleyerek zamanın ve şartların gereklerine göre hareket etmelidir. Yunanistan’a hiçbir zaman tam olarak güvenilmemesi gerektiği tarihin ispat ettiği bir gerçek olarak akılda tutulmalıdır. Yurtta Barış, Dünyada Barış ilkesini dış politikasının temeli yapan Atatürk’ün, uluslararası şartlardaki güç dengesini iyi hesaplayarak 20 Temmuz 1936’da Montreu Sözleşmesi ile Boğazlar üzerinde egemenliğimizi sınırlayan hükümlerin kaldırılmasını sağlaması ve Hatay’ın Anavatan’a katılması gibi çabaları hatırlanmalıdır. Türkiye’nin yurtta ve dünyada barışın sağlanmasına yapacağı katkının her bakımdan güçlü olmasına, birlik ve beraberliğini korumasına bağlı olduğu unutulmamalıdır.

Furkan: Medeniyetimizin tarihi çerçevesinde içinde bulunduğumuz durum ve olası savaş ihtimalinde Türkiye nasıl bir konumda yer alacak? Bizleri kapıda bekleyen bu savaş Türkiye’yi hangi yönlerde etkileyecek?

Aytaç Bozkuyu: Yunanları kışkırtan devletler Türkiye’nin tarihsel gücünü bildiklerinden bu ilişkiyi sadece gergin tutmak istemektedirler. Keza bu devletlerin Türkiye ile bir savaşı Yunanistan için göze alabileceklerini düşünmüyorum.

Furkan: Bu gerilimin aktörleri olan Türkiye ve Yunanistan NATO müttefiki olmasına karşılık NATO bu gerilimi nasıl değerlendiriyor? NATO’nun içinde Türkiye’nin konumunu nasıl görüyorsunuz? Savaş durumunda NATO’nun izleyeceği yol konusundaki fikirleriniz nelerdir?

Aytaç Bozkuyu: Nato özellikle Türkiye ve Yunanistan’ı 1952’de birlikte teşkilata almakla aslında denge sağlamak istemiştir. Ancak asıl neden Yunanistan’ı Türkiye’den saklamak ve korumaktır. Bu durum Yunanistan’ın daha da güvende olarak Türkiye’yi kışkırtmasına sebep olmuştur. Olası bir savaş ihtimali NATO tarafından engellenecektir.

Furkan: Sizce Türkiye–Yunanistan gerilimi basında manşetlerle gösterildiği gibi Üçüncü Dünya Savaşının habercisi midir? Üçüncü Dünya Savaşı sürecini mi yaşıyoruz? Sizin bu konudaki görüşleriniz nelerdir?

Aytaç Bozkuyu: Aslına bakılırsa 21.yüzyılda konvensiyonel silahlarla 3. Dünya Savaşı beklemiyorum. Çünkü 3. Dünya Savaşı 2. Dünya Savaşı sonrasında oluşan Doğu-Batı Bloğunun çatışmasız soğuk savaşıyla başladı.

Furkan: Son kısmı hocamızın parolasıyla bitirmek isterim: “Yufka yüreklerle çetin yollar aşılmaz.” Evet, sorularımız bu kadardı, yanıtladığınız için teşekkür ederiz.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir